April 11, 2011

İyi Yalnızlıklar...



Bazen önemli olan tek şey vardır: Bir bayram ya da tatil yüzünden ya da akla gelmedik bir başka nedenden ötürü yola çıkarsınız ve korkarım ki bazılarınız yolun sonunu göremez... Veya başka bir deyişle yolun sonunu görür!... Hedefinize varın ya da varmayın hepiniz için yolculuk başlar. Ve hepiniz sanal bir bayram neşesinden sıyrılarak yanağınızı otobüsün buğulu penceresine dayar ve yol boyu yalnızlığa garkolursunuz.

İyi yolculuklar...
Nereye giderseniz gidin yalnızsınızdır ve asıl yalnızların işidir yolculuk... Yola bakarken -mideniz bulanmasın diye- gidilecek yollarını düşünürsünüz hayatınızın. Herkessi ve her şeyi en hüzünlü, en insan tarafından düşünebilmenizi sağlar yolculuklar. Bir şehri terk etmenin garipliği, bir yere varmanın coşkusuna karışır.
-- Varır varmaz ara tamam mı?

Gece... Yanınızdan geçen ışıklı evleri insanların... Ve o ışıklı uzak evlerin içindeki ışıklı ışıksız hayatlar... Bir dağın ıssızlığına direnen küçük bir lambanın aydınlattığı tek göz odaya bir saniyeliğine bakarken "orada ben de olabilirdim" diye düşünmediniz mi hiç? Size uzak bir hayatın soğukluğunu hissetmediniz mi iliklerinizde? Tanrım burada nasıl yaşar bu insanlar diye düşünmediniz mi?

Elbet bir gün yolun olmadık bir noktasında yakalar insanı şehirlerarası bir hüzün. Çünkü siz zaten ayrılık makamında bir yolculuğa çıkmışsınızdır. Sevdiklerinize ulaşmak için ayrılmışsınızdır sevdiklerinizden. Yol sizi en acıtan...

Bir kasabanın içinden geçeceksiniz geceyarısı... Kasaba size çok anlamsız gelecek. Tek bir caddeyi seyreden karanlık ara sokaklar bırakacaksınız geride. Terk edilmiş loş vitrinler ve moralsiz florasan ışıkları bazı küçük birahanelerde... Arjantin Birahanesi yazacak efes pilsenli tabelasında ve siz 1978 yılında Arjantin'de yapılan dünya kupasını hatırlayacaksınız. O yıllardaki filintalığınızı mı düşüneceksiniz yoksa Kempes'in omuzlarına düşen saçlarını mı? Birahane sahibinin yetmişesekiz yılına saplanıp kalmışlığını mı? Yoksa yetmişsekiz yılının şurasına burasına devrilen gencecik hayatlarını mı arkadaşlarınızın? Hangisini düşüneceksiniz? Sadece tek bir tabela... Yanından saatte doksan kilometre hızla geçtiğiniz tek bir tabela hangi geçmiş üzüntüye götürecek sizi?

Küçük yerlerde çok içen insanların kederine mi kapılacaksınız yoksa? En çok içilen yerlerin muhafazakarlığına mı takacaksınız kafanızı?

Son kullanma tarihi bir türlü geçmeyen hüzünleri hatırlatır yolculuklar.

Nereden baksanız üzücü trafik işaretleridir yollardaki...
Nereden baksanız yalnızlık...

Derken otobüs yolun üstünde bir otogara girecek, uykunuzdan uyanacak ve aydınlıktan tiksineceksiniz bir an. Birileri inecek, başka birileri binecek inenlerin sıcaklığının henüz bitmediği koltuklara...

Birbirlerini çıplak görür yol arkadaşları... Oynamazsınız çünkü muhtemelen bir daha karşılaşmayacaksınız. Olabildiğince samimidir yol arkadaşlığı. Tabii çoğu zaman derinliksiz bir geyik muhabbeti eşliğinde. Yolcunun yalnızlığını giderecek bir derinleşme olmaz sohbette. Öylesine bir kimlik yoklaması ama yine de kimi aşklardan bile daha samimi. Çünkü hepiniz bilirsiniz ki ne kadar derine inerse ilişki, bazen o kadar derine saklanır yaralar.

--Ne iş yapıyorsunuz birader?
- Serbest meslek...
--Gazeteye bakabilir miyim?
- Tabii buyrun...
--Gazetelerde de bir şey yok ya, bakıyoruz işte...
- Öyle...

Nereden baksan hüzün güzergahı...
Nereden baksan yalnızlık...

Sonra yol insanlarının yanından geçer gidersiniz. Kimi trafik polisidir, kimi herhangi bir yolüstü esnafı. Onlar en yalnızlarıdır yol ülkesinin... Hızla geçersiniz onların yorgun gözlerinin önünden... Kalıcı hiçbir şeyi yoktur yol insanlarının. Her şey yanından geçip gider onların. En fazla yarım saat durursunuz bir yol insanının yüreğinde...

--Tuvalet ne tarafta?
- İleride sağda.
--Sağol...
- Hayırlı yolculuk...

Önünden binlerce seçenecek geçer yol insanının. Bir sürü araç gider Ankara'ya, İstanbul'a, İzmir'e... Yeni hayatlara gidilebilir herhangi bir vasıta vasıtasıyla... Ama yol insanının hayatı bu alternatiflerin kıyısında kalır hep. Arkasından bakar gıcır gıcır yaşamaklara koşan otobüslerin. Bahsettiğiniz hayatların gıcırlığı tamamen sizin kuruntunuzdur elbette. Yoksa, elinde benzin pompası, hızla kendi paslı hayatına göner yolinsanı. Onun hayatının paslılığı da sizin kuruntunuzdur elbette...

İşte siz bunları düşünürsünüz yol boyu. Hiç tanımadığınız insanların dertleri içinizi soğutur, belki de cayır cayır yanarken otobüsün kaloriferi. Dedim ya yola çıktınız bir kere. Yalnızsınız ve her çeşit hüzne açıksınız...

Sonra her yolculuk geçmiş yolculukları hatırlatır size. Oradan üç yıl önce de geçmiştiniz hatırladınız mı?.. Elinizin içindeydi sevdiğinizin eli. Zaten daha otobüs hareket etmeden uyuyakalırdı. Dünyanın en kısa yolculuklarını yapardı o. Siz onu seyrederdiniz yol boyu... O kadar sessiz o kadar hareketsiz uyurdu ki, arada bir nefes alıyor mu diye kontrol ederdiniz. Sanki yeni doğmuş çocuğunun yaşıyor olması mucizesini henüz kavrayamamış amatör bir baba gibi. Yemek molasında kıyamamıştınız uyandırmaya. Ama yine de en azından bir yoğurt yemeli diye düşünüp uyandırmıştınız güç bela... Uykusunun arasından dudaklarından öpmüştünüz hatırladınız mı? Çok sonra aynı dudakların arasından size düşman kelimeler çıkmıştı. Ayrılmak istiyordu çünkü başka birini seviyordu artık, hatırladınız mı? Usulca çekti elini elinizin içinden... Hâlâ parmak izleri var elinizin içinde, hatırladınız mı?

Dedim ya yoldasınız... Nereden baksan hüzün taşımacılığı...
Nereden baksan yalnızlık yakıyor aracınız...

Eğer bir kazada bedavadan ölmezseniz varacaksınız oraya... Orada bir bayramı mümkün olduğunca anlamlı hale getirip sonra dönüş yoluna çıkacaksınız. Bütün bu sayılan hüzün bahanelerinden geçeceksiniz yine... Yol arkadaşınız yine yalnızlık olacak... Sonra varacaksınız asıl kentinize... Sonra yine tatiller, başka sebepler olacak. Yine düşeceksiniz yollara... Sonra yine döneceksiniz... Sonra yine.. yine... yine...

Nereden baksan müebbet bir yolculuk...

Hepinize iyi yalnızlıklar...

No comments:

Post a Comment