April 11, 2011

BENİM ZAVALLI HARFLERİM

Çoktandır tanıyorum bu duyguyu. Bazen bir acı bazen sadece kimliksiz bir
bulut sayesinde yirmi dokuz harfle burun buruna gelmek... Hadi yanındayız
demeleri bana... Bizi hale yola sok, şekillendir, içindekilerden bir fihrist
yap, sırala, yarala... Aslında komikler. Her şeye çare olabileceklerini
sanıyorlar. Oysa beyaz kağıt üstünde bazen çaresiz lekelerden başka bir şey
değiller. Mesela şu "a" harfini ele alalım. Üçünü bir araya getiriyorsun
şaşkınlık oluyor. On tanesini yan yana diziyorsun çığlık kıvamına
erişiyorlar.
Harfler kendilerini bir şey zannediyor.
Yazmakla ilgili ne söyleyebilirim ki, zamana karşı harf zaiyatı. İç
yerlerinde beliren gri bir bulutu başkalarının da anlayabileceği hale
getirme uğraşı. Oysa ne gerek var bilmiyorum. Kime anlatıyorum? Niçin? Hüzne
fiyakalı bir edebiyat giydirmekten başka nedir ki yazmak? Ya da okuyanı
gıdık yerinden dürtmek. Gülsünler diye. Üzülsünler diye... Anlasınlar,
anlaşsınlar diye. Ve en kimseyle anlaşamayanların işiyken yazmak...
Anlatabilseydim yazmazdım.
Yazınca çekilir biri oluyorum, tek bildiğim bu. Hep başkaları için kağıda
döküyorum içimin kirlenen seslerini. Evet sesler de kirlenir. Kokular bile
hatta. Eski tadı kalmayabilir buğunun. Harflerin sözcük oluşturmak için bir
araya gelmesi imece usulü bir hüzün inşaatıdır çoğu zaman.
Bu kadar üzgün olmasam yazmazdım.
Yeryüzünün bu yarımadasında (belki tam ada olsaydı her şey daha kolay
olurdu), yani bu coğrafyası bile yarım ülkede topu topu yirmi dokuz
arkadaşım var. Bazılarıyla çok az görüşsem de, mesela je ile çok samimi
olduğumuz söylenemez, hep yanımdalar. Bütün sırlarımı biliyor ve benden izin
alma nezaketini bile göstermeden açık ediyorlar her şeyi. Kimseyi ağız
tadıyla aldatamıyorum bu yüzden. Çizgisiz bir beyaz kağıtla
karşılaşmayagörsünler, her şeyi anlatıyorlar. Hem de en burkucu tarafından.
Şiir diye bir şey tutturmuşlar, kimseye acımıyorlar.
Bir tek senden korkuyorlar şu sıralar.
Bak şimdi de lafı sana getirdiler gördün mü? Ne zaman seni görsem etrafta
kimsecikler olmuyor. Harflerim zavallı seslerin gölgelerine saklanıyor. Oysa
herkese seslerini gere gere bağırıyorlardı. Kendilerini arayıp da
bulamadıkları bir cakayla bir araya getiren bir dimağ bulmuşlardı ve
havalarından geçilmiyordu. Biz istersek bir araya gelir gülmekten öldürürüz
hepinizi ya da göz pınarlarınızı kanatırız istersek diyorlardı. Onlar benim
dilimin kayganlığını aşıp meşhur olmuşlardı. Herkesi etkileyebileceklerini
düşünüyorlardı.
Harflerim beni her şeye alet ediyordu.
Ama senden korkuyorlar işte. En çok da suskunluğundan. Zaman durdu
sanıyorlar sen susunca. Aptallaşıyorlar. Şimdi ne yapacağız diyorlar. Eyvah
oluyorlar aniden. Ve panik halinde sesler çıkarmaya başlıyorlar. Onları
unuttun, onları istemiyorsun sanıyorlar harflerim. Güleceksin belki ama
kaşlarından bile ürküyorlar.
Kaşlarının yayına takılı ok oluyor çünkü gözlerin. Baktığı yerden ses
getiren gözlerin... Gözlerinin önünde küçülüyor harflerim. üzücü bir
suskunluğun içinde durup "Hepinizi tanıyorum, şaşırtıcı değilsiniz, bizde bu
harflerden çok var" der gibi bakıyor gözlerin.
Gözlerin olmasa yazmazdım ve gözlerin yokken ben iyi bir yazardım.
Bozdun harflerimin fiyakasını. Ve seninle karşılaştığım, yani annenin seni
doğurduğu, bizim birbirimizi doğurduğumuz o günden sonra ilk kez bir araya
geliyorlar. Tembelleşmişler. Birbirlerini ilk kez görüyor, ilk defa yan yana
geliyor gibiler. Ama şimdi tuhaf bir hevesle bu korkuya direnerek toplanıp
bağırmaya başlamalarının bir anlamı olmalı. Sanırım sana alışıyorlar.
Kıvırcık saçlı küçük bir kız çocuğunun adının ilk harfinden aldılar işareti
belki... Şaka yaptığını biliyorlar artık. Seni seviyorlar.
İşte bu yüzden sürekli bana "Seni Seviyorum" dedirtiyorlar. Tekrara düşme,
sıkıcı olma ya da anlamı aşındırma kaygısını bir yana bıraktılar. Çünkü
onlar çok iyi biliyorlar ki iyi filmlerde çok zor söyletilir "Seni
Seviyorum" cümlesi. Esas adam, yani sapına kadar insan yürekli, karizmasında
fırtınalar barındıran ama işte allah kahretsin ki sevgisini gösteremeyen
adam filmin sonunda, ölürken bazen. Hatta cümle "Seni hep sevdim" e dönüşür.
Hep sevmiştir, gizli gizli ağlamıştır ama o cümleyi söyleyememiştir işte...
Ama ben esas adamları sevmem. Esas adamlar sıradan insanlar içindir.
Sırayı bozmasaydım yazamazdım.
Şimdi harflerim sana, bütün cesaretlerini toplayıp kendilerine çekidüzen
vererek ve "Beğenmezse bozulmayalım arkadaşlar" cümlesinin ardına saklanıp,
sahip oldukları sesleri titrete titrete bir cümle hediye etmek istiyorlar:
Merhaba, seni seviyorum, seni sevmeseydim yazamazdım.


Yılmaz ERDOĞAN

YENi BiN YILA MEKTUP YILMAZ ERDOGAN

Yılmaz Erdoğan'dan Torununa Mektup




















Sevgili torunum Yilmaz,


(Bizim yasadigimiz donemde cocuklara dedelerinin adini koymak gibi adet vardi, bu aliskanlik hala suruyorsa, bu isimde bir torunum olabilir ama ben bu gelenegin bitmis olmasini umarim, zira sirf dedesinin adi Suayip diye hayati kayan yavrucaklar var.) Sana bu mektubu iki bin yilindan yaziyorum. Gazeteden istediler. Sen simdi gazete nedir, diye sorarsin! Biz bu yillarda haberi kagitlara yazip dagitiyoruz. Kabul ediyorum, cok zor ve cok ilkel bir yontem ama o kadarda kotu durumda degiliz canim, gecen gun deden buyuk bir fiyakayla internette chat yapti. Henuz geyik muhebbetinde kullaniyoruz bilgisayari ama olsun. Ayrica ben senin yasindayken buyuk buyuk dedemin bana yazdigi mektup iki ton agirligindaydi! Magaranin duvarina kazimis, getiren arkadas az kalsin gocuk altinda kaliyordu. Yani beterin beteri var Yilmaz'cigim. Aslinda bu mektubu sana biraz da ozur dilemek icin yaziyorum. Benden once yasamis cok akilli ve huzunlu bir Kizilderili'nin soyledigi "bu dunya bize atalarimizdan kalmadi, cocuklarimizdan odunc aldik" sozunu anlamasina anladik, hatta bir suru kartpostal da yaptik, cok guzel grafik tasarimlarla yazdik bu akilli adamin lafini ama yine de herseyi berbat ettik. Enerji lazimdi ve tepemizde gunes bazen on Saat cayircayir donerdi ama biz kendimizi bir golgeye atip nukleer salakliklarla ugrasirdik. Yani Su anda okul arkadaslarinin bazilarinin uc tane kulagi varsa bunda hepimizin sucu var. Ama sen benim torunum olduguna gore mutlaka yapmiyorsundur ama sakin o cocuga "kulagini ac da beni iyi dinle" turdunden kulak memesi kivaminda sakalar yapma. (Mektubun bu acikli bolumunun aynisi buyuk buyuk dedemin bana yazdigi mektupta da vardi maalesef. Umarim senin yazacagin mektup da boyle bir bolum olmaz.) Evet iklimi de degistirdik. Kitaplarda ya da bilgi kaynagi olarak ne kullaniyorsaniz iste onda yazanlar dogrudur. Bir ara dort mevsim vardi. Mesela bunlardan bir tanesinin adi bahardi ki inanamazsin butun insanlarda hatta hayvanlarda bile asik olma ihtiyaci uyandirirdi. Tabi bu durum kimi kazalara da yol acmiyor degildi ama yine de omrun en guzel mevsimiydi. Sonra yaz... O muhtesem kamasma... Ama hala anlamiyorum ayni yerde hem iseyip hem nasil yuzdugumuzu. Sevgili Yilmaz , iki bin yilina gelene kadar cok aptalca seylerle mucizevi isleri birarada yapmis insanogullarindan sadece birisi olarak ve buyuk deden olma sifatiyla sana soylemek istedigim sudur: Ben bilimkurgu sevmem. Bizde gelecegi duslerken Abartma adeti vardir. Inanmazsin benim cocuklugumda Uzay 1999 diye bir Televizyon dizisi vardi ve orada anlatilanlar gercek olsaydi benim gecen sene Jupiter'deki yazligima tasinmam gerekiyordu ama su anda en buyuk numaramiz yukariya binlerce uydu gondermis olmamizdir. Antenin hallicesi iste... Ben yuz yil sonra isinlanmayi bile becerse insan, insan kalacaktir diye dusunurum. (Isinlanma bizim bilimkurgucularin buldugu bir laf, Alay edeceksin onlanla, et") Sevgili Yilmaz, ucan Arabalara bile binsen, onur her insana lazimdir. Onurunu ve asik olma yetenegini asla kaybetme. Buyuk deden bunlara dikkat ederdi.Gozlerinden operim. Haa bu arada 2071 yilinda saniyorum buyuk bir tantanayla Turkler'in Anadolu'ya girisinin bininci yili kutlanmistir. Merak ettim Malazgirt'in yolu da yapildi mi?

Deden Yilmaz Erdogan

YALNIZLIK (Altan Erkekli tiyatroda seslendirmiştir)


Yalnızlık. Her kimliğe doğuştan yazılı tek uğraşıdır insanın bir yaşama sırasında tek sermayesi, sahip olduğu tek şeydir kıymetini bilmelidir, dedi. Yalnızdır insan hep kalabalıklara karışma telaşı bundandır. Kalabalık yalnızlıklar, yalnız kalabalıklar oluşur, şehir şehir ülke ülke. Kalabalık arttıkça artmaktadır yalnızlık da. insan bir ölümü istemez, bir de ondan beter bir yalnızlığı ama ikisi de muhakkak gelir başına bir yalnız yaşama sırasında. Ölümün değil ama yalnızlığın bir tek çaresi var, dedi. Tek çaresi aşktır bir yalnız yaşama sırasında nefes almanın aşk da zaten iki yalnızın ortak bir yalnızlıkta buluşmasıdır, dedi aşık olun! Gösterin birbirinize yalnızlıklarınızı nasılsa ayrılık insanın tek kişilik yalnızlığını özlemesi. Sade ölüm değil, ayrılık da yaşamın emri.. Evet söyledi ya da ben duydum duyduğuma göre elbet bir ses söyledi bu söylendikçe usulen söylenir olan sözleri. Evet duydum söyledi her duyduğumda ağladım pek çok ağlayışım sırasında duydum. Kalbim tutanak tuttu duyduklarıma soruldu, dedi, cevap alındı yaşamak, dedi, tek marifetiniz -biraz özen gösteriniz. Zulüm kimse zalimlik yapmayınca biter -mazlumlar dahil, dedi.Aama yapmayın, o daha bir çocuk, dedi tanrı.. Ya gördüm neyleyim insanlar vardı duvarın içinde. Ya ben hep duvara konuştum ya da duvar değil konuştuğum, içinde insanlar var. Nedense beni anlasın istedim içinde insan olan duvarlar. bilmiyorum, belki de ben gerçekten delirdim onlar haklı belki de. İçinde değil duvarların insanlar sadece arasındalar...

YIlmaz Erdoğan

İyi Yalnızlıklar...



Bazen önemli olan tek şey vardır: Bir bayram ya da tatil yüzünden ya da akla gelmedik bir başka nedenden ötürü yola çıkarsınız ve korkarım ki bazılarınız yolun sonunu göremez... Veya başka bir deyişle yolun sonunu görür!... Hedefinize varın ya da varmayın hepiniz için yolculuk başlar. Ve hepiniz sanal bir bayram neşesinden sıyrılarak yanağınızı otobüsün buğulu penceresine dayar ve yol boyu yalnızlığa garkolursunuz.

İyi yolculuklar...
Nereye giderseniz gidin yalnızsınızdır ve asıl yalnızların işidir yolculuk... Yola bakarken -mideniz bulanmasın diye- gidilecek yollarını düşünürsünüz hayatınızın. Herkessi ve her şeyi en hüzünlü, en insan tarafından düşünebilmenizi sağlar yolculuklar. Bir şehri terk etmenin garipliği, bir yere varmanın coşkusuna karışır.
-- Varır varmaz ara tamam mı?

Gece... Yanınızdan geçen ışıklı evleri insanların... Ve o ışıklı uzak evlerin içindeki ışıklı ışıksız hayatlar... Bir dağın ıssızlığına direnen küçük bir lambanın aydınlattığı tek göz odaya bir saniyeliğine bakarken "orada ben de olabilirdim" diye düşünmediniz mi hiç? Size uzak bir hayatın soğukluğunu hissetmediniz mi iliklerinizde? Tanrım burada nasıl yaşar bu insanlar diye düşünmediniz mi?

Elbet bir gün yolun olmadık bir noktasında yakalar insanı şehirlerarası bir hüzün. Çünkü siz zaten ayrılık makamında bir yolculuğa çıkmışsınızdır. Sevdiklerinize ulaşmak için ayrılmışsınızdır sevdiklerinizden. Yol sizi en acıtan...

Bir kasabanın içinden geçeceksiniz geceyarısı... Kasaba size çok anlamsız gelecek. Tek bir caddeyi seyreden karanlık ara sokaklar bırakacaksınız geride. Terk edilmiş loş vitrinler ve moralsiz florasan ışıkları bazı küçük birahanelerde... Arjantin Birahanesi yazacak efes pilsenli tabelasında ve siz 1978 yılında Arjantin'de yapılan dünya kupasını hatırlayacaksınız. O yıllardaki filintalığınızı mı düşüneceksiniz yoksa Kempes'in omuzlarına düşen saçlarını mı? Birahane sahibinin yetmişesekiz yılına saplanıp kalmışlığını mı? Yoksa yetmişsekiz yılının şurasına burasına devrilen gencecik hayatlarını mı arkadaşlarınızın? Hangisini düşüneceksiniz? Sadece tek bir tabela... Yanından saatte doksan kilometre hızla geçtiğiniz tek bir tabela hangi geçmiş üzüntüye götürecek sizi?

Küçük yerlerde çok içen insanların kederine mi kapılacaksınız yoksa? En çok içilen yerlerin muhafazakarlığına mı takacaksınız kafanızı?

Son kullanma tarihi bir türlü geçmeyen hüzünleri hatırlatır yolculuklar.

Nereden baksanız üzücü trafik işaretleridir yollardaki...
Nereden baksanız yalnızlık...

Derken otobüs yolun üstünde bir otogara girecek, uykunuzdan uyanacak ve aydınlıktan tiksineceksiniz bir an. Birileri inecek, başka birileri binecek inenlerin sıcaklığının henüz bitmediği koltuklara...

Birbirlerini çıplak görür yol arkadaşları... Oynamazsınız çünkü muhtemelen bir daha karşılaşmayacaksınız. Olabildiğince samimidir yol arkadaşlığı. Tabii çoğu zaman derinliksiz bir geyik muhabbeti eşliğinde. Yolcunun yalnızlığını giderecek bir derinleşme olmaz sohbette. Öylesine bir kimlik yoklaması ama yine de kimi aşklardan bile daha samimi. Çünkü hepiniz bilirsiniz ki ne kadar derine inerse ilişki, bazen o kadar derine saklanır yaralar.

--Ne iş yapıyorsunuz birader?
- Serbest meslek...
--Gazeteye bakabilir miyim?
- Tabii buyrun...
--Gazetelerde de bir şey yok ya, bakıyoruz işte...
- Öyle...

Nereden baksan hüzün güzergahı...
Nereden baksan yalnızlık...

Sonra yol insanlarının yanından geçer gidersiniz. Kimi trafik polisidir, kimi herhangi bir yolüstü esnafı. Onlar en yalnızlarıdır yol ülkesinin... Hızla geçersiniz onların yorgun gözlerinin önünden... Kalıcı hiçbir şeyi yoktur yol insanlarının. Her şey yanından geçip gider onların. En fazla yarım saat durursunuz bir yol insanının yüreğinde...

--Tuvalet ne tarafta?
- İleride sağda.
--Sağol...
- Hayırlı yolculuk...

Önünden binlerce seçenecek geçer yol insanının. Bir sürü araç gider Ankara'ya, İstanbul'a, İzmir'e... Yeni hayatlara gidilebilir herhangi bir vasıta vasıtasıyla... Ama yol insanının hayatı bu alternatiflerin kıyısında kalır hep. Arkasından bakar gıcır gıcır yaşamaklara koşan otobüslerin. Bahsettiğiniz hayatların gıcırlığı tamamen sizin kuruntunuzdur elbette. Yoksa, elinde benzin pompası, hızla kendi paslı hayatına göner yolinsanı. Onun hayatının paslılığı da sizin kuruntunuzdur elbette...

İşte siz bunları düşünürsünüz yol boyu. Hiç tanımadığınız insanların dertleri içinizi soğutur, belki de cayır cayır yanarken otobüsün kaloriferi. Dedim ya yola çıktınız bir kere. Yalnızsınız ve her çeşit hüzne açıksınız...

Sonra her yolculuk geçmiş yolculukları hatırlatır size. Oradan üç yıl önce de geçmiştiniz hatırladınız mı?.. Elinizin içindeydi sevdiğinizin eli. Zaten daha otobüs hareket etmeden uyuyakalırdı. Dünyanın en kısa yolculuklarını yapardı o. Siz onu seyrederdiniz yol boyu... O kadar sessiz o kadar hareketsiz uyurdu ki, arada bir nefes alıyor mu diye kontrol ederdiniz. Sanki yeni doğmuş çocuğunun yaşıyor olması mucizesini henüz kavrayamamış amatör bir baba gibi. Yemek molasında kıyamamıştınız uyandırmaya. Ama yine de en azından bir yoğurt yemeli diye düşünüp uyandırmıştınız güç bela... Uykusunun arasından dudaklarından öpmüştünüz hatırladınız mı? Çok sonra aynı dudakların arasından size düşman kelimeler çıkmıştı. Ayrılmak istiyordu çünkü başka birini seviyordu artık, hatırladınız mı? Usulca çekti elini elinizin içinden... Hâlâ parmak izleri var elinizin içinde, hatırladınız mı?

Dedim ya yoldasınız... Nereden baksan hüzün taşımacılığı...
Nereden baksan yalnızlık yakıyor aracınız...

Eğer bir kazada bedavadan ölmezseniz varacaksınız oraya... Orada bir bayramı mümkün olduğunca anlamlı hale getirip sonra dönüş yoluna çıkacaksınız. Bütün bu sayılan hüzün bahanelerinden geçeceksiniz yine... Yol arkadaşınız yine yalnızlık olacak... Sonra varacaksınız asıl kentinize... Sonra yine tatiller, başka sebepler olacak. Yine düşeceksiniz yollara... Sonra yine döneceksiniz... Sonra yine.. yine... yine...

Nereden baksan müebbet bir yolculuk...

Hepinize iyi yalnızlıklar...

İYİ VE KÖTÜ



Biliyorum çoğunuz iyi insanlarsınız. Bu yüzden hep kötüler kazanıyor zaten. Birçok kötü, hatta alçak tanıdım. Çoğu neşeli insanlardı. Hiçbirinde çekingen bir ruh haline rastlamadım. Kötüler atık, iyiler pısırıktır. Etrafınıza bakın, en heyecan verici, en eğlenceli insanlar hep sahtekarlardır. Çünkü sahtekar sempatik olmak zorundadır. İyinin böyle bir mecburiyeti yoktur. İyi sıkıcıdır. Kadınlar "iyiler" e değil, güvenilmez erkeklere aşık olur. Bu yüzden zaten aşk denen altüst oluşla ancak bir üçkağıtçı başa çıkabilir. Aşkın tadını çıkaramaz iyiler. Onlar sarılıp sessiz bir uzanmayı aşk zanneder. Tekdüzedirler. Yavaştırlar. Kadınlar da onlarla dertlerini paylaşır ama gidip güvenilmezle sevişirler. Tutku kötülerin işidir. "Sessiz ve efendi bir insan" cümlesi ile tanımlanan bir iyilik kolaydır. Sahtekarlık daha zordur, maharet ister. Zeki, hızlı ve atak olmak zorundadır. Enerjiktir( tabii "kötü" kötüler konumuz dışındadır. Yani hem salak hem de kötü olmaya çalışanlar için düşünmeye ve yazmaya değmez). Üçkağıtçı....Sahtekarın en başarılı şekli. İyi bir hatiptir o. İnandırıcıdır. Konuştuğu zaman etrafındaki "tüm iyi ve dürüst" insanlar ağzının içinde kaybolur. Hem çok iyi fıkra anlatır hem de hüznün tüm renklerinden haberdardır. Kahkahasında pirzola tadı, hüznün de ise bazen ölümün sesi vardır. Adam başarılıdır. Yeteneklidir. İyilik kolaydır, kötülük ise maharet ister. İyi olmak için kimseye kötülük yapmamak yeterlidir. Ama kötü olmak için daha çok çalışmanız gerekir. İyi, kötü karşısında güvensiz, enerjisiz, çaresizdir. Filmlerde bile, iyi kötünün hakkından gelemez. "Yeminini bozar" ve kavgaya girer. Oysa kavga kötünün mesleğidir aslında. Biz "iyi" seyirciler perdedeki iyi adamımız kan döktükçe rahatlarız. Ve iyi kötüyü yendi diye seviniriz. Oysa artık hepimiz kötüyüzdür filmin sonunda. Hatta biz "kötü" den daha çok insan öldürmüşüzdür. Bir iyi için en zor olan, kötüye "Sen kötüsün" demektir. Çünkü iyi, utangaçtır. Hırsıza "hırsız" diyemez. Kötünün yerine utanır, sahtekarın yerine yüzü kızarır, hırsızın yerine yerin dibine geçer. Bu sırada kötüler, sahtekarlar, hırsızlar deli gibi eğlenmektedir. Çünkü onların yerine utanan, sıkılan, yerin dibine geçen bir çok iyi insan vardır. Şeytan bile bazen yorulur kötülük yapmaktan. Ama hayatlarını salt kötülük yapmaya adayanlar asla durmazlar, bunu çok iyi biliyorum. Güzel kıyafetleri, biryantinli saçları, resmi arabaları, siyah gözlükleri ve korumaları vardır. Ama ruhları şeytandır. Kötünün en büyük avantajı iyideki kahrolası utanma duygusudur. Bu duygu iyiyi öylesine zayıf düşürür ki ağzını açıp bir kelime bile söyleyemez. Halbuki öylesine kararlı çıkmıştır ki kötünün karşısına. Her şeyi açık açık söyleyecektir. Başına gelecekleri çoktan göze almıştır!...
Yapamaz. Çünkü iyiler korkaktır. Çünkü iyiler herkese acır, en çok da kendilerine.
Susmak, acımak, utanmak, korkmak...
Farkında mısınız, ey iyi insanlar, ne kadar sıkıcı şeylerle uğraşıyorsunuz! Kötüler kazanınca da şaşırıyorsunuz! Tarih boyunca iyiler kazanmasa da, bir şekilde de ayakta kalmayı başardılar. İyinin yazgısı bu.
Şeytan her zaman saldıracak, yere yıkmaya çalışacak, akılları karıştıracak ve iktidarına devam etmeye çabalayacaktır. Babalarımız iyi insanlardı ve bize de iyi olmamızı öğütlediler.
Biz de iyi insanlarız.
Ve çocuklarımıza da aynı şeyi öğütlüyoruz.
Hepimiz kötülerin yanında çalışıyoruz.
Haydi iyi insanlar!
Haydi sessiz, efendi, sıkıcı, korkak, utangaç ve iyi insanlar!
Çalışın !
Kötülerin Size ihtiyacı var !

Kıskançlık Krizi - Yılmaz Erdoğan



("Haybeden Gerçeküstü Konuşmalar" adlı kitabından alıntıdır.)






ADAM- Kiminle Konuşuyordun?

KADIN- Tanımazsın.

ADAM- Tanısam Sormam Zaten.

KADIN- Tanımadığın Birini Neden Soruyorsun?

ADAM- Tanımak İçin.

KADIN- Peki... Diyelim Ki Ahmet Diye Biri.

ADAM- Tamam İşte... Bu Kadarını Merak Etmiştim Zaten.

KADIN- İyi.

ADAM- Yalnız... Şeyi Anlamadım: ADAMIN İsmi Ahmet Değil Ama Biz Şimdilik Ahmet Mi Diyelim Diyorsun? Olur Ya, Çocuğa Şimdilik
Geçici Bir İsim Takmışlardır, Büyüyünce Değiştirebilsin Diye. Aferin, Çağdaş Bir Aileymiş.

KADIN- Hangi Aile?

ADAM- Ahmet'in Ailesi.

KADIN- Neden?

ADAM- Baksana Tedbirli Davranmışlar. Çoğunluk Böyle Yapmıyor. Bir İsim Koyuyorlar, Ölene Kadar Kalıyor. Hatta Öldükten Sonra Da Kalıyor. Bu Yüzden Sağda Solda Bir Sürü Recai İsminde Talihsiz Bebek Var. Böyle Haksızlık Olmaz. Çocuğun İsmi Berk Olur, Babanın İsmi Recai Olur.

KADIN- Baba Da Bir Zamanlar Çocuktu...

ADAM- Ama O Zaman Recai De İyi Bir İsim Sayılıyordu.

KADIN- Haklisin.

ADAM- .... Gerçek Adı Ne?

KADIN- Kimin?

ADAM- Ahmet'in?

KADIN- Neden Bu Kadar Israr Ediyorsun Ki? Sonuçta Tanımadığın Biri.. Adı Ahmet
Olsa Ne Olur, Ferit Olsa Ne Olur?

ADAM- Peki Tanımadığım Birinin Adını Söylemekte Neden Bu Kadar Zorlanıyorsun Veya Soruyu Şöyle Sorayim; Kod Adı Ahmet Ya Da Ferit Olan Biriyle Ne Konuşuyorsun Sen? Belli Ki Yasadışı Bir ADAM.

KADIN- Hayatım, İyimisin Sen?

ADAM- Bilmiyorum. Ama Şimdiye Kadar Yasadışı Birşey Yapmadım, Yazı
Yazmanın Dışında Tabi. Çünkü Bizim Yasalarımızda " Yazmak Mecburidir " Diye
Birşey Yok, " Yazmasan Daha İyi " Diye Birşey Var. Hatta Kutsal Kitabımızda
Da Yok. Tanrı " Oku " Diyor, " Yaz " Demiyor.

KADIN- Çok Haklısın Sevgilim, Bu Yüzden Sen Yazını Yaz, Ben De İşlerime Bakayım.

ADAM- Ama Böyle Yazı Yazamam Ki!.. Şu Anda Kafamın İçi Çok Karışık. Beynimin Yazıyla En İlgili Yerinde Meşgul Bir ADAM Oturuyor. Adama Adını Soruyorum, Çelişkili Cevaplar Veriyor. Bazen Ahmet Diyor, Bazen Ferit Diyor. " Peki Senin Karımla Ne İlgin Var " Diye Soruyorum, Cevap Vermiyor.
" Neden Cevap Vermiyorsun Ahmetciğim " Diyorum, " Benim Adım Ferit " Diyor.
" Peki Ferit Kardeşim, O Zaman Sana Sorayım, Karımı Nereden Tanıyorsun "
Diyorum, " Benim Adım Ferit Değil, Ahmet'e Sor " Diyor.

KADIN- Peki O Geniş Beyninin İçinden Mantıklı Birisi Çıkıp " Ya Kardeşim Neden Bu Kadar Taktın Bu Meseleye " Demiyor Mu? Yoksa Mantıklı Düşünceler Senin Beynine Uğramıyor Mu?

ADAM- Sana ADAM ın Adını Soruyorum. Basit Bir Soru. Salakların Bile En Az Ecnebi Dilde Karşılığını Bildiği, Evrenin En Basit Sorusu: ADAM ın Adı Ne?

KADIN- Çok Mu İstiyorsun Öğrenmeyi?

ADAM- Evet Çok İstiyorum!

KADIN- Adı İlhan.

ADAM- İlhan?

KADIN- Evet. İşte Sana Tanımadığın Bir ADAM la İlgili üçüncü Bir İsim. Rahatladın Mı Şimdi?

ADAM- Hayır. Sanıyorum Daha Rahatlamama Çok Var. Beş Soru Sonra Belki... Birincisinden Başlayalım: Kim Bu İlhan?.. Dikkat Edersen Çok Kolay Sorular Soruyorum. Ne De Olsa Karımsın, Niye Kazık Sorayım!

KADIN- İlhan Özel Birisi Değil.

ADAM- Ama Özel İsim Kullanıyor. Şimdi Biz Nereye İlhan Diye Yazsak, İlk Harfi Büyük Yazmak Zorundayız. Yoksa Bu İlhan, İlhan Olarak Silik Biri De Ahmet Olarak Mı Bir Karizması Var? Peki Ne Zaman Ferit Oluyor, Resmi İşlemlerde Mi?

KADIN- Tamam Tamam, Anlaşılan Sen Bu İşi Romana Dönüştüreceksin. Bu İlhan Bey Bir Doktor.

ADAM- Sen Ne Biçim Konuşuyorsun Sevgilim, ADAM Koskoca Bir Doktor, Ama Sen Özel Biri Değil Diyorsun. Bunu Tabipler Odası Duymasın... Şimdi Geldik İkinci Güzide Soruya: Nereden Tanıyorsun Bu Doktor Jivago'yu? Gördün Mü Senin Ahmet, Ferit Veya İlhan'a Bir İsim Daha Buldum.

KADIN- Yeni Tanıştık.

ADAM- Yaa ?!

KADIN- Neden Bu Kadar Şaşırdın? Ben İnsanlarla Tanışamazmıyım?

ADAM- Tanışabilirsin De, Nerede Tanışmış Olabilirsin Onu Merak Ediyorum Ben. Okulda Desem Değil Çünkü Sen Tup Okumadın. Askerde Desem, Ömürboyu Tecillisin... Yok Yok Ben Bu İşin İçinden Çıkamayacağım. En İyisi Sana Sorayım: Nerede Tanıştınız Bu Sayın Doktor Ahmet Ferit İlhan Jivago İle?

KADIN- Muayenehanesinde.

ADAM- Gerçekten Mi? Ne Hoş... Aslında Sanıldığının Aksine Romantik Mekanlar
Her Zaman Deniz Manzaralı, Ağaçlıklı Yerler Olmayabilir. Bazen Pekala Bir Muayenehane De Olabilir: Biraz İlaç Kokulu Ama Yine De Pencereden Süzülen Loş Işığın Yarattıği Duygusal Hava, Sürekli Çalan Telefon Sesine Israrla Cevap Vermemenin Yol Açtığı Tatlı Gerilim Ve Duvardaki Rafta Kardiyolojiyle
İlgili Benzersiz Kitaplar... Vay Be İnsan Daha Ne İster Ki

KADIN- Kardiyolojiyle İlgili Kitap Yoktu. İlhan Bey Jinekolog !

ADAM- Jinekolog Mu? Yaşasın ! İşte Hep Karımın Birlikte Olmasını İstediğim
Kişi. ADAM Jinekolog ! Yani Bir Kadının İç Yapısını En İyi Bilen İnsan ! Biz Diğer Erkeklerin Ancak Hissedebileceği Şeyi ADAM Açık Açık Görüyor. Hatta Elle Tutabilir Bile... Tuttu Mu ?

KADIN- Gayet Tabi.

ADAM- Eee? Durumunuz Nedir? Ciddimisiniz Yoksa Anlık Bir Elektrik Sonucu mu?

KADIN- Valla İlhan Bey Çok Ciddi. Ona Kalırsa Ki Dediğin Gibi Bir Kadının
İç Yapısını Çok İyi Biliyor, Kesinlikle Ve İki Aylık HAMİLEYİM !

ADAM-....................

KADIN- N'oldu Hayatım, Sustun?

ADAM-....................

KADIN- Bir De İşe Olumlu Tarafından Bak. Çocuğumuza İsim Bulmakta Zorlanmayacağız. Elimizde Bir Sürü İsim Var: Ahmet, Ferit, İlhan Veya Jivago...

Biyografi

Yılmaz Erdoğan, 4 Kasım 1968’de Hakkari’de doğdu. Deniz Erdoğan ve Mustafa Erdoğan isimli iki kardeşi vardı. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Ankara’da okudu. 1987 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Fakültesi’ni kazandı ancak lisans öğrenimini yarıda bırakıp Ferhan Şensoy’un “Nöbetçi Tiyatro” kadrosuna katılmayı tercih etti. Burada hem oyuncu, hem de yazar olarak görev yaptı. 1988’de “Güldüşünürü Tiyatrosu”nu kurdu. Bu tiyatroda kendi yazdığı ve yönettiği “Kanuni Sultan Süleyman ve Rambo” adlı oyunu sergiledi.

Bu yıllarda kendini oyun yazmaya adayan Erdoğan, Levent Kırca Tiyatrosu’nun “Gereği Düşünüldü” oyununu, “Olacak O Kadar” adlı televizyon serisinin senaryosunu, Yasemin Yalçın Tiyatrosu’nun “Kadınlık Bizde Kalsın” ve “Haşlama Taşlama” oyunlarını yazdı. “Umut Taksi” dizisinin de senaryo yazarı oldu ve dizide bir rol de üstlendi. 1994 yılında Beşiktaş Kültür Merkezi Oyuncuları’nı kurdu. "Sen Hiç Ateşböceği Gördün mü?", "Otogargara", "Cebimde Kelimeler", “Bana Bir Şeyhler Oluyor”, “Haybeden Gerçeküstü Aşk” gibi büyük ilgi gören oyunları yazdı, bir kısmını da BKM’de sergiledi. Bu sırada “Bir Demet Tiyatro” adlı dizinin senaristliğini üstlendi, aynı zamanda bu dizideki “Mükremin” karakterini canlandırdı. Senaristi olduğu “Gereği Düşünüldü” oyunu, en büyük oyuncu kadrosuna sahip olma özelliğini taşıyordu ve oyun 4 yıl boyunca sergilendi.

Erdoğan, sinemaya geçişini “Vizontele” filmiyle gerçekleştirdi. Filmin senaryosunu yazdı, yönetmenliğini üstlendi aynı zamanda filmde rol aldı. Vizyona girdiği 2000 yılında Vizontele, Türkiye’de en çok izlenen sinema filmi ünvanını kazandı. Bu filmin devamı olan “Vizontele Tuuba”da da aynı görevleri üstlenen Erdoğan, 2003 tarihli bu filmle de büyük bir başarıya imza attı. 2005 yılında vizyona giren “Organize İşler” filmini de yazıp yönetti ve filmde başrolü oynadı. Filmde Erdoğan’a Demet Akbağ, Cem Yılmaz, Altan Erkekli gibi isimler eşlik etti.

Oyunculuk ve senaristliğin yanısıra şiir de yazan Erdoğan’ın ilk şiir kitabı “Kayıp Kentin Yakışıklısı”, 17 eserden oluşuyordu. Aynı zamanda albümde şiirlere eşlik eden türkülerden birini de kendi seslendirmişti. Erdoğan’ın şiir kaseti dışında “Kayıp Kentin Yakışıklısı”, “Anladım” adlı şiir kitapları, “Hüzünbaz Sevişmeler” adlı bir öykü kitabı, “Haybeden Gerçeküstü Konuşmalar” ve “Kadınlık Bizde Kalsın” adlı eserleri de bulunuyor.

Erdoğan, 9 Ağustos 2006’da Belçim Bilgin’le evlendi. 10 yıl önceki ilk evliliğinden Berfin adlı bir kızı bulunuyor. Kardeşleri Mustafa Erdoğan ve Deniz Erdoğan da Türkiye’nin ünlü simaları arasında. Erdoğan’ın, Muhsin Kızılkaya tarafından yazılmış “Yılmaz” adlı yaşam öyküsü bulunuyor.